Kitapların Arasından

Neden açtım ki şimdi Risale-i Kuşeyriye’den şükür bahsini. Oysa dilimde şiir tadında bir şeyler vardı yolda yürürken…
“in cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık;
biri benim, biri de serseri kaldırımlar.” diye mırıldandığımdan mütevellit midir bilmesem de bir şiir yazmalıydım şimdi ardından. Hızlıca çıkıp o merdivenleri unuttuğum yüzlerce şiire inat dökmeliydim kağıda, zihnimdeki sana ait karmaşıklığı.
Ara sıra da olsa hazan mevsiminde gözlerini açmış bir yaprak misali düşüyorsun zihnimde bir yerlere. Ama şimdi oturduğum bu masada karalamaya başlasam bir kâğıdın aklığına seni, tüm yapraklarını dökecek o ağaç diye tedirginim ziyadesiyle.
Ama yetişiyor imdadıma tüm simetrik takıntılarıma inat, orda masanın üzerinde duran farklı ebatlarda farklı onlarca kitap. Zihnim sana odaklanmasın diye, ilk Özlem Esmergül’ün “Sana Söyleyemediğim Her Şey” takılıyor parmaklarıma. Rastgele bir sayfa da altını karaladığım birkaç dize, derman olur mu ki derdime?
“zaman gibi geçiyorum kapından
çocukluğum kadar uzak şimdi
sana bir zamanlar ölümüne yanmışlığım”
Sonra “Tek Kelimelik Bir Sözlük” oluyorsun dilimde Ali Ural’ın kaleminden.
“lütuf gecikmedi, geciken sensin”
Yok, yok hiçbiri derman olmuyor, aksine daha da yitiriyorum kendimi.
Dostoyevski’nin Budala’sı bakıyor gözlerimin içine, yeniden okunmayı beklercesine.
Ama hiç zamanı değil şimdi, çünkü Dostoyevski’nin de dediği gibi;
“böyle aşklar yalnız romanlarda olur. oysa burada hepimiz gerçek ve akıllı insanlarız.”
Aralamadan hiç Budala’nın kapağını 1984 yılına uzanıyorum, çocukluğum kadar uzak zamanlara.
Bir kitapta seni en çok etkileyen cümlenin sade ve sadece bir “seni seviyorum” olması gariptir değil mi?
Kırmızı kalemle çizmişim dört bir yanını. Ama o kadar çok şey anlatıyor ki orda o cümle. Doksan sekizinci sayfada karşına dikildiğinde o cümle yeniden bir isyan bayrağı çekiyorsun göndere. Yoksa aşk isyan mı diye düşünmeye başlamadan kapatıyorum George Orwell’ın 1984 adlı romanının sayfalarını.
E.M.Cioran’ın Burukluk adlı kitabını arıyor gözlerim bir yerlere saklanmış o incecik kitabı belki devadır derde diye.
“aşka, hırsa, topluma sırt çevirenlerden kendinizi sakınınız. vazgeçmiş olmanın intikamını alacaklardır.”
Daha da karışıyor zihnim, oysa terk-i dahi terk etmeye meyletmiştik nicedir, bu da nedir ki şimdi? Hemen saklandığı yere geri koymalı üstüne de birkaç kitap daha.
Yok, olmayacak böyle deyip açmışım demek 1978 baskısı cildi dağılmak üzere olan baba yadigârı Risale-i Kuşeyriye’den şükür bahsini. İlk gurbete çıktığımdan beri heybemde bu kitap.
“şükür şükretmekten aciz olmanın bilinmesidir.”
Seni bırakıp şimdi, hala zihnimde uçuşan şiirin dile dökülmemiş tenhalığında, kitapları da bırakıp öyle uluorta, İnşirah suresini okumalıyım. Kul kelamı iflah eylemez madem;
“Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla...
Biz senin için, göğsünü açmadık mı?
Belini büken yükünü senden alıp atmadık mı?
Senin şanını yüceltmedik mi?
İşte: Muhakkak zorlukla beraber bir kolaylık vardır. Gerçekten zorlukla beraber bir kolaylık vardır.
Şu halde boş kaldığın vakit, tekrar çalış ve yorul, yalnız Rabbine rağbet et”
Evet, şimdi anladım lütuf gecikmedi,gecikmeyecek de; geciken benim..
İlgili Galeriler