Köşe Yazarları
Giriş Tarihi : 12-07-2012 20:06   Güncelleme : 12-07-2012 20:06

Srebrenitsa'nın Düşündürdükleri: Bir Soykırımının Yıldönümü Anısına

Srebrenitsa'nın Düşündürdükleri: Bir Soykırımının Yıldönümü Anısına
          

             Bundan tam 17 yıl önceydi. Tarih 11 Temmuz 1995’i gösteriyordu. Srebrenitsa, Birleşmiş Milletler’in güvenli bölge ilan ettiği altı bölgeden biri olmasına ve yüzlerce Hollandalı barış gücü askerine rağmen II. dünya Savaşı’ndan sonra yaşanan Avrupa’nın en büyük insanlık suçuna tanık oluyordu. Silahları koruma gerekçesiyle BM Barış Gücü askerlerince toplanan, on binlerce müslümanın sığındığı Srebrenitsa’ya Sırp birlikler hiç zorluk çekmeden giriyordu. Üç gün içinde 8 ile 80 yaş arası 8 bini aşkın müslüman erkek (bu gayri resmi kayıtlara göre 15 bin) Radko Mladiç komutasındaki Sırp Çetnikler tarafından kurşuna dizilirken, Srebrenitsa’nın korumasından sorumlu BM’in barış Gücü komutanı, soykırım’ın gerçekleştiği sırada Radko Mladiç’le kadeh tokuşturuyor, artık şehri Sırplara teslim edip Srebrenitsa’dan ayrılmanın huzuruyla Sırp komutandan hediye kabul ediyordu. BM sözde Barış Gücü askerleri koruması altındayken katledilen 8 bini aşkın Boşnak’ın bedenleri ise birbirinden kilometrelerce uzaklıkta düzinelerce çok gizli toplu mezarlara gömülecekti.  Öyle ki bulunmasın diye Sırplar tarafından defalarca yer değiştirmekten, tek bir kişiye ait kalıntılar onlarca ayrı ayrı toplu mezarda bulunacaktı. Mazlum kanı toprağı öylesine besleyecekti ki, itinayla saklanan katliam mezarlarından ölüm çiçekleri fışkıracaktı. Ve yalnızca bu çiçeklerle beslenen mavi kelebekler her toplu mezar çevresinde hızla çoğalıp gizliyi aşikar edip, adeta hakikati haykıracak, mazlum Boşnak halkının simgesi haline gelecekti.

          Bugün  Srebrenitsa soy kırımının 17. yıl dönümü. Katledilen mazlum yakınlarının acıları ilk günkü gibi taptaze. Yıllardır onları ayakta tutan tek şey, yakınlarının bedenlerinin bulunup, başında dua edebilecekleri bir mezar umudu. Her 11 temmuzda toplu mezarlardan çıkarılıp kimliği tespit edilen soykırım kurbanlarından geriye kalanlar sıra sıra dizilmiş yeşil örtülü tabutlar içerisinde dünyanın dört bir yanından gelen binlerce insan’ın katılımıyla Potoçari şehitliğine defnediliyor. Her defin acıyla yanan yüreklere serpilen su demek. Tam da bu satırları yazarken bir kaç yıl önce soykırımın yıl dönümünde Sreprenitsa’ya tercüman olarak giden ve oradaki Müslümanların maruz kaldığı vahşete üzülen bir arkadaşımın Boşnaklardan aldığı şu cevap aklıma geliyor. “biz eskiden tamamen batılı gibi yaşardık. Fakat batılının değerleriyle yaşayıp kendi değerlerimizi unutmamız katledilmemizi engellemedi. Sırf müslüman olduğumuz için Avrupa’nın gözü önünde soykırıma maruz kaldık. Bizim için üzülmeyin. Ölenlerimiz şehit, kalanlarımız müslüman oldu.”

         Dünyanın farklı coğrafyalarında mazlumların uğradığı tüm insanlık dışı uygulamaları ve vahşeti, yüreği yanarak izleyenlerden biri olarak, zalimin zulmünü açık eden her yapıtın, bir anlamda zulme uğrayan insanlığın sesi olduğunu düşünüyorum. Bu bağlamda ilk yönetmenlik denemesinde Bosna savaşını kendisine konu seçen Angelina Jolie ‘nın “Kan ve Aşk” filmi çekim aşamasından bu yana merakla beklediğim bir filmdi.  Doğrusu Boşnakların yaşadığı zulmü, haksızlığı yansıtabilme noktasında pekte tatmin edici bir film olduğunu söyleyemem. Aksine oldukça hayal kırıklığı yaşadığımı itiraf etmeliyim.  Gerçi Bosna’yla ilgili olarak batılının elinden çıkan çoğu üründe olduğu gibi, mazlumun yüzde yüz yanında olunacağı noktasında beklentimi yüksek tutmamaya kararlıydım. Fakat “bu film hayatımı değiştirdi bu filmi seçtiğim için hiç pişman değilim, Boşnaklar benim ailem“ diyen iyi niyet elçisi bir yönetmen ve senaristten daha gerçekçi, derinlikli,  Boşnakları, Bosna Savaşını daha iyi anlatan bir film beklentisi oluyor insanın. Oysa Bosna’yla-Boşnaklarla ilgili neredeyse dişe dokunur hiçbir şey bulamıyorsunuz filmde. Yine de iyi niyet elçisi yönetmenin hakkını teslim etmek lazım. En azından konuyu gündeme taşımış. Ne diyelim Hollywood’dan bakınca Müslümanlara yapılan soykırım ancak bu kadar görülebiliyor demek ki. Hep bir “ama” gölgesi altında.

 

          

AdminAdmin